En son konular | » Ibuprofen ImitrexPerş. Ağus. 04, 2011 8:02 pm tarafından Misafir » Define gothic dating. Fort worth dating service.Perş. Ağus. 04, 2011 1:23 am tarafından Misafir » Metformin, such beginning plant-derivedÇarş. Ağus. 03, 2011 5:23 pm tarafından Misafir » Vojo Energy Mints Caffeine ExtremeÇarş. Ağus. 03, 2011 4:21 pm tarafından Misafir » preg hentai preg hentai mangaÇarş. Ağus. 03, 2011 12:23 pm tarafından Misafir » When the first Whirlpool Duet album was released in December 2001 came as a surprise to the publicÇarş. Ağus. 03, 2011 3:59 am tarafından Misafir » Cheap In Ny Programs LpnPtsi Ağus. 01, 2011 8:52 pm tarafından Misafir » cant orgasm from oral sexPtsi Ağus. 01, 2011 4:44 pm tarafından Misafir » Ambient Dj BestPaz Tem. 31, 2011 5:16 am tarafından Misafir |
|
| Beğendiğimiz Köşe Yazılarını Paylaşalım... | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
_gelecek_ Vip Özel Üye
Mesaj Sayısı : 77 Yaş : 39 Kayıt tarihi : 12/08/08
| Konu: Beğendiğimiz Köşe Yazılarını Paylaşalım... Perş. Ağus. 14, 2008 12:38 pm | |
| SEVİLAY YÜKSELİR/Habertürk
"Keşke savaştığımız dağlarda ölseydik de.." Dün, Fenerbahçe Orduevi’nde meslek hayatımın en önemli ama bir o kadar da şaşırtıcı anlarından birini yaşadım. Orduevi’ne girebilmem önemli idi, çünkü Fenerbahçe’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir süre öncesine kadar çok üst düzeylerinde görev yapmış bazı emekli mensuplarının konuğu olmuştum. Ama çıkışta son derece şaşkındım, zira mekanın her tarafına yoğun bir korku duygusunun sinmiş olduğunu fark etmiştim.
Bundan sadece birkaç yıl öncesine kadar terörün kökünün kazınmasında çok önemli görevler üstlenmiş olan bazı kişiler şimdi endişe içerisindeydi ve, “Keşke eşkıya takip ettiğimiz o dağlarda can verseydik de TSK’nın bu duruma geldiğini görmeseydik” diyorlardı.
Kolay değil elbette onlar için. Çünkü, bir döneme damgasını vurmuş, emekli olduktan sonra da kabuğuna çekilmemiş, bildiği ve onlara öğretildiği biçimde mücadeleye devam etmiş, orgenerallik rütbesine kadar yükselmiş iki arkadaşları, sıradan insanlar gibi göz altına alınıp, “Halkı darbeye teşvik etmek” suçlamasıyla mahpushaneye tıkılmışlardı!
Ve kimsenin sesi çıkmıyor, en güvendikleri Genelkurmay yetkilileri bile bu konuda açıklama yapma gereği duymuyordu. “İnanamıyorum yahu” diye söze başladı emekli generalimiz ve devam etti: “Neye inanamıyorum biliyor musun Sevilay Hanım? Bizim camiada bir TOBB Başkanı Rifat Hisarcıkoğlu kadar cesaret gösteren kimse çıkmamasına inanamıyorum. Meğerse ne kadar sahipsiz, ne kadar zavallı bir camiamız varmış. Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü karşısında yıllar boyu dağ taş tepe gezmiş, binlerce askerinin gözlerinin önünde şehit olmasını içi kan ağlayarak izlemiş, teröristlere karşı amansız bir şekilde vuruşmuş iki emekli generalimize sahip çıkan kimse yok. Görevdekiler suskun, biz ise bir bahane bulunup cezaevine tıkılma korkusuyla sesimizi çıkaramıyoruz. Keşke, eşkıya takip ettiğimiz o dağlarda can verseydik de, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu hale gelmesini görmeseydik”
FENERBAHÇE’DE ERGENEKON KORKUSU
Bilindiği gibi, Ergenekon Soruşturması kapsamında tutuklu bulunan emekli general Şener Eruygur da Fenerbahçe Orduevi lojmanlarında ikamet edenlerden. İki eski genelkurmay başkanına, İsmail Hakkı Karadayı ve Hüseyin Kıvrıkoğlu’na kapı komşusu olan Eruygur’un evinde yapılan arama adeta infial yaratmış Fenerbahçe Orduevi’nde. Askeri Savcılık nezaretinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı görevli polisler tarafından yapılan bu ani baskın önce bir kamera şakası olarak algılanmış ancak sonra gerçek anlaşılınca çaresizce komşularının evinde saatlerce süren aramayı izlemek durumunda kalmışlar.
Anlaşılan o ki, Fenerbahçe Orduevi’nde gerçekleşen o ani sabah operasyonu, bu güne kadar konuşmalarına, yorum yapmalarına alışık olduğumuz eski komutanların sessiz kalmalarına yol açmış.
“Eğer, birileri Ergenekon’la, “Korku İmparatorluğu” yaratmak istiyor idiyse, bravo onlara! Tebrik ediyoruz. Çünkü bunu gayet iyi başardılar” diyerek kendi suskunluklarını anlatmaya çalışan TSK'nın eski mensupları, bu konuda konuşmaları durumunda, gelişmelere kendilerinin de dahil edilmeleri endişesini yaşadıklarını açıkça itiraf etmekten çekinmiyorlar.
“Peki, neden korkuyorsunuz? İddia edilen örgütlenmeler ile bir ilişkinizin olma olasılığı var mı? ” soruma hiddetle cevap vereceğini sandığım Fenerbahçe Orduevi sakinlerinden korku dolu gözlerle gelen şu cevap ise beni şoke etti: “Nasıl korkmayalım yahu! Nasıl? Bu arkadaşlarımız ne yapmış ki? Şunu gördük. Eğer bu adamlar isterse bizi de bu soruşturmanın içine dahil etmek için uyduruk bahaneler bulmakta zorlanmazlar. Durum ortada. Güç onlarda, biz seyirciyiz. Burada yaşayan eski generallerin yaş ortalamasının 70 olduğunu göz önüne alırsanız, neden korkmamız gerektiğini ve asıl bu gücün karşısındaki korkusuzluğun nelere mal olabileceğinin sonuçlarını siz hesap edin.” | |
| | | _gelecek_ Vip Özel Üye
Mesaj Sayısı : 77 Yaş : 39 Kayıt tarihi : 12/08/08
| Konu: Fiyasko değil beklenen sonuç Perş. Ağus. 14, 2008 12:40 pm | |
| Fatih Altaylı /Habertürk
Fiyasko değil beklenen sonuç
Beijing Olimpiyatları’nda sporcularımızın başarılı olamaması, Türk basınını kızdırdı. Sağda solda “Fiyasko” “Hani en az 10 madalya alacaktık” gibi yazılar ve Gençik ve Spor Genel Müdürlüğü ve ilgili bakanlığı hedef alan eleştiriler yapılıyor. Okudukça gülüyorum. Allah aşkına söylesinler, gerçekten, samimi olarak bu olimpiyatlarda Türk sporculardan bir başarı bekliyorlar mıydı? Bunu beklemekle, yarın bir Türk’ün Mars’a gitmesini beklemek arasında hiç bir fark yok. Çünkü bir beklenti için bazı emareler gerekir. Mesela olimpiyatlardan önce 4 yıl içinde Türk sporcularının çeşitli branşlardaki dünya ve Avrupa Şampiyonalarında kürsüye çıkmış olması, yılın en iyi derecelerine yakın dereceler yapmış olması, madalyalar almış olması, hatta en azından bu gibi şampiyonalarda finale yaklaşmış olması gerekir. Var mı böyle bir durum? Yok. Bir iki bildik branş dışında Dünya sporunda yokuz. Peki niye yokuz! Yokuz çünkü spor ilgi alanımızda değil. Giderek girmiyor, giderek ilgi alanımızdan çıkıyor. Doğru düzgün spor yapan yok. Okullarda spora önem veren yok. Futbol ve basketbol dışında gençlerin spora yöneldiği yok. Ya da var ama tek tük. Sorumlusu kim? Biziz. Medya. Olimpiyatlar başlamadan yazdım, “Tek satır olimpiyat haberi yok” diye. Olsa ne olur. Aradaki 4 yıl boyunca spor sayfalarında tek bir olimpik spor haberi gördünüz mü? Varsa yoksa futbol, biraz da basketbol. Gerisi nerede? Ha bir de sörf var. Çağla Kubat yaptığı ve mayoyla göründüğü için. Başka! Diyeceksiniz ki, başarı olmadığı için haber yok. O iş öyle değil. Haber olacak ki, spor gündeme gelecek ki, başarı olsun. Haber olunca sponsor olacak. Sponsor olunca para olacak. Para olunca o spora ilgi olacak. İlgi olunca rekabet olacak. Rekabet olunca başarı olacak. Var mı Türkiye’de olimpik branşlarda ihtisas kulüpleri? Tek tük. Yok denecek kadar az. Hepsi parasızlıktan can çekişiyor. Olmaz. Bu kafayla sportif başarı olmaz. İşte Ülker. Spora on milyonlarca dolar harcıyor. Nereye? Futbola, basketbola. Çünkü o zaman yazılıyor, çiziliyor. Adı geçiyor. Ülker o parayı atletizme verse, iddia ediyorum her olimpiyatta en az bir belki iki şampiyon çıkarırız. Ama 4 senede bir gün haber olur. Futbolla, basketbolla her gün haber. Bu anlayışla bu başarı çok bile. Yenisi yetişmediği için hala Derya Büyükuncu’yu yüzdürürüz biz. Yaş haddinden emekli oluncaya kadar.
Geri dönüş sinyali mi?
AKP’li Edibe Sözen bir yasa taslağı hazırladı. Amaç gençleri korumak. Ama taslak nereye çeksen oraya gidecek nitelikte. Bizim Habertürk editörleri hemen destek verdiler. Şaşırdım. Aradım. “Nereden çıktı bu destek” diye. “Çocukları ve gençleri uyuşturucu, pornografi ve her türlü bağımlılıktan uzak tutmak için dünya çapında yürütülen kampanyaları da destekliyoruz. Bunu da o kapsamda destekledik” dediler. “Peki taslağın tamamını gördünüz mü? Okullarda ibadethaneyi de destekliyor musunuz? Dünya çapında yürütülen kampanyalarda her okula kilise, havra cami de var mı?” dedim. “Biz o bölümü desteklemiyoruz ama Fatih Bey bir gün Beyoğlu’na gece vakti çıkın ve gençliğin durumunu görün. O arka sokakları bir görün” dediler. Durumu bildiğimi ama bu taslağın, bu haliyle böyle bir desteği haketmediğini söyledim. Ve ertesi gün Ankara’dan bir telefon geldi. Bir AKP’liden. “Başbakan Edibe Sözen’i arayıp taslağı geri çekmesini söyledi” dedi. Başbakan taslağı basından okumuş. “Bilmiyor muydu?” diye sordum. “Biliyordu ama detaylarını bilmiyordu. Detayları görünce bozuldu” dedi. Tayyip Erdoğan Edibe Sözen’i aramış ve şöyle demiş, “Edibe Hanım yaptığımız doğru işleri bile anlatmakta güçlük çekiyoruz. Her şeyin altında başka bir şey aranıyor. Bu taslak bu haliyle bu arayışta olanların arayıp da bulamadığı bir koz olur. Lütfen geri çekelim. İçinde yanlış algılamaya neden olacak unsurları temizleyelim. Acelesi yok. Daha sonra yeniden gündeme getirirsiniz” Hemen Habertürk’ün şef editörü Gülin Yıldırımkaya’ya haber verdim. Taslağın geri çekildiğini ilk Habertürk duyurdu. Bunları niye yazdım. Anayasa Mahkemesi kararından sonra Tayyip Erdoğan’ın tavrında bir değişiklik olacağının ilk emaresi olarak gördüğüm için. Tayyip Erdoğan’ın 2002 seçimlerinden sonraki dönemde bir süreliğine de olsa gösterdiği hassasiyete geri dönüşünün sinyali olarak algıladığım için. Umarım bundan böyle bu yöntem geçerli olur. Aksinin ne sonuç verdiği hep beraber gördük.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Kendi ahlaksızlığımızı örtmek için başkalarını tehdit etmediğimiz zaman | |
| | | rüzgar yönetici
Mesaj Sayısı : 488 Yaş : 39 İş/Hobiler : öğrenci Kayıt tarihi : 11/08/08
| Konu: Top 500 C.tesi Ağus. 16, 2008 4:54 pm | |
| Erdal ŞAFAK / Sabah GazetesiDün sadece ÖSS (Öğrenci Seçme Sınavı) yerleştirme sonuçları değil, "Top 500" listesi de resmen açıklandı. Hani şu, Şanghay Jiao Tong Üniversitesi'nin 2003'ten bu yana her yıl yayınladığı, ABD ve bir ölçüde de İngiltere dışında tüm ülkelerin akademik çevrelerinin merak, heyecan ve stres karışımı duygularla bekledikleri dünyanın en iyi 500 üniversitesi klasmanından söz ediyoruz. "Top 500"ün 2008 listesinin ilk 10'unda geçmiş yıllara göre hiçbir değişiklik yok. Yine Harvard, Stanford, Berkeley, Cambridge, MIT (Massachusetts Institute of Technologie), CIT (California Institute of Technologie), Columbia, Princeton, Chicago Üniversitesi ve Oxford zirveyi paylaşıyorlar. Geçen yıl olduğu gibi 2008'de de ilk 500'e Türkiye'den yalnızca İstanbul Üniversitesi girdi. Geçen yıl 472'nci sıradaydı, bu yıl 471'inciliğe yükselme başarısını gösterdi! Kabul; bu klasman için belirlenen kriterler Türk üniversitelerinin belini büküyor. Çünkü "Eğitimin kalitesi" (Eski mezunları arasından Nobel ve Fields ödülleri kazanmış olanlar), "Öğretim kurumunun kalitesi" (Üniversitenin akademik kadrosundan Nobel ve Fields ödülleri kazananlar), "Bilimsel yayınların hacmi" (2003'ten bu yana bilimsel dergilerde yayınlanan veya atıf yapılan makalelerin sayısı), "Kurumun büyüklüğü" (İlk üç kriterdeki sonuçların toplamının tam gün çalışan akademisyon kadrosuna bölünmesi) gibi, üniversitelerimizin aşık atamayacakları verilere dayanıyor. Kabul; değerlendirmede yüzde 40 ağırlığa sahip "Bilimsel yayın sayısı" kriterinde yalnızca İngilizce yazılmış makale ve araştırmaların dikkate alınması da üniversitelerimiz ve akademisyenlerimiz için bir engel oluşturuyor. (Çünkü akademik kadrolarımızın yabancı dil performansı pek parlak değil.) Kabul; bu kriterler büyük, zengin ve köklü üniversitelere yarışta avantaj sağlıyor. REFORMLAR İÇİN TETİKLEYİCİ
Ama tüm bu itirazlar ya da mazeretler gerçekleri değiştirmiyor: - Şanghay Jiao Tong Üniversitesi'nin klasmanı dünya genelinde bir "Referans" oldu. - Yarattığı etkiler üniversiteler arasında küresel bir rekabeti körükledi. (Listeye giremeyen veya gerileyen kurumlarda "Elektroşok"a yol açtığı söyleniyor!) - Beyin göçünü, yani klasmana giren, özellikle de iyi bir sıraya yerleşmeyi başaran üniversitelere doğru öğrenci ve öğretim üyesi akınını kamçıladı. - Fransa başta olmak üzere birçok ülkede "Top 500"de temsilcilerinin sayısını artırmak bir "Ulusal dava" haline geldi. (Çünkü, bir ülkenin ilk 500'deki üniversite sayısı ile siyasalekonomik gücü ve ağırlığı arasında ilişki kurma eğilimi her yıl daha fazla taraftar buluyor.) - AB'de ise "En stratejik savaş" diye nitelenen "Küresel bilgi yarışı"nda Avrupa'nın gerilemesinin başlıca kanıtı ya da göstergesi kabul edildi. (AB Komisyonu sonbaharda Avrupa üniversitelerinin röntgenini çekmeye başlayacak. Ve farklı kriterlerle yeni bir klasman hazırlığına girişecek.) Zaten üniversitelerimizin de son dönemde "Bir yılda şu kadar bilimsel makalemiz yayınlandı, şu kadar makalemize atıfta bulunuldu" gibi, "Top 500" kriterlerinden birini başarılarının ya da öğretim kalitelerinin ölçüsü olarak sunmaya başlamaları da, Şanghay Jiao Tong Üniversitesi klasmanını aslında ciddiye aldıklarını gösteriyor. Bu tür değerlendirmelerin, klasmanların bir yararı daha var. Eğitim ve öğretim sisteminde reforma zorluyor. Çağımız yalnızca bilgi çağı değil. Aynı zamanda acımasız rekabet çağı. Bu rekabette ancak kaliteli yüksek öğretim ve nitelikli üniversiteler ile ayakta kalabilirsiniz. Pek bir işe yaramayan diploma fabrikalarıyla değil. TÜSİAD'ın geçen hafta -kimbilir kaçıncı kez-hatırlattığı gibi, "Türkiye'de üniversitelerin birbirleriyle ve yurtdışındaki yüksek öğretim kurumlarıyla rekabet edebilmelerine fırsat tanıyan bir sistem olmalı." En kısa zamanda. Bir an için tüm klasmanları bir yana bırakıp, üniversitelerimizi çok basit bir veriyle değerlendirelim. Örneğin, tüm üniversitelerimizin öğretim üyelerine, "Çocuğunuzu hangi üniversitede okutmak istersiniz" diye soralım. Kaçı kendi üniversitesini işaretler acaba?[b] | |
| | | | Beğendiğimiz Köşe Yazılarını Paylaşalım... | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |